Aşkın Olmanın Özü: Diğerkâmlık
Muhammed Bzeek, 62 yaşında, Libya asıllı ABD’li elektrik mühendisi. Kendisinin bir çocuğu var. On dokuz yaşında olmasına rağmen dört yaşındaki bir çocuğun bedenine sahip ve tekerlekli sandalyeye mahkûm. Muhammed’in hikâyesi 28 yıl önce Los Angeles’te başlıyor. 1980’den itibaren kimsesiz çocukları evlat ediniyorlardı. 1995’te ise eşiyle birlikte önemli bir karar aldılar, sadece ölüm döşeğindeki çocukları evlat edineceklerdi. O tarihten sonra hastanelerde ölümü bekleyen çocuklara, doğuştan fiziksel ve zihinsel engeli olduğu için terk edilen çocuklara, yetim oldukları için hastanelere ve yuvalara terk edilen çocuklara kısacası doktorların ümit kestiği çocuklara evlerinin kapılarını açtılar. Sahiplendikleri seksenin üzerindeki çocuktan on tanesi kendi kollarında vefat etti. Bu durumu “on çocuğumun hepsinin öldüğü zaman ellerinden tutuyordum” diye ifade ediyor. O günden bu yana tek bir gün tatil yapmış değil. Geceleri uyumuyor, sabahları çocukları hastaneye götürüyor, onların tüm bakımlarını üstleniyor ve “Sağlıklı olduğum sürece ve onlara iyi bakım verebildiğim sürece bu işi yapmaya devam edeceğim” diyor.
Her canlı varoluşu gereği kendisinden aşkın olana ulaşmak ister. Toprak, bitki, hayvan ve insan kendilerinden vererek aşkın olurlar. Toprak kendisindeki enerjiyi, mineralleri tohuma verir ve bitkinin yetişmesine sebep olur, böylece aşkınlığa ulaşmaya çalışır. Bitkiler, kendilerini hayvanlara ve insanlara besin olarak vererek, onların kullanımına sunarak aşkınlığa ulaşmaya çalışırlar. Hayvanlar da kendilerinden vererek, insanlara ve diğer hayvanlara besin olarak, kendilerini onların faydasına sunarak aşkın olmaya çalışırlar. Hiçbir inek siz onun sütünü dökseniz de sütünü vermekten vazgeçmez. Hiçbir tavuk siz onun yumurtasını kırsanız da yumurtasını vermekten vazgeçmez. Kendilerinde olan bir şeyi verdikleri sürece aşkın olacaklardır çünkü. İşin içine insan girince aşkın olmak, kendinden verebilmek karmaşıklaşmaya, vermemeye, çıkarcılığa, karşı tarafın hak ediyor oluşuna ve kendine saklamaya dönüşebiliyor. “Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz; Gerçek veriş, kendinizden vermektir” diyor Halil Cibran.
“İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır. Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, veriş olayından daha fazla sevinç getirir” Yukarıda hikâyesini okuduğumuz Muhammed Bzeek, kendisinden, sevgisinden, zamanından, ömründen veriyor. Ve kendisinden verdiği çocuklar hayata tutunuyorlar. Doktorların birkaç ay ömür biçtiği çocuklar Muhammed’in sevgisi, ilgisi, kendisinden verdikleri sebebiyle uzun yıllar yaşamlarına devam ediyorlar. 2 aylıkken evlat edindiği ve spina bifida hastalığı olan, doktorların ümit kestiği çocuk şimdi 7 yaşında ve hayatına devam ediyor.
İnsanın anlamlı bir yaşam sürmesi, iç huzura, mutluluğa ermesi, geleceğe dair ümitvâr olması, sırtındaki fazla yükleri atması ve böylece kişinin nefes alması, hayat yolculuğunda ruhunun hafiflemesi vermek ile mümkündür. Tüm dini öğretiler de bunu öğütlüyor. Buda, “Bırakmayı öğren, mutluluğun anahtarı budur”, İncil, “Vermek, almaktan daha büyük mutluluktur”, İslam “Veren al, alan elden üstündür” ve diğerkâmlık, îsâr ve infak anlayışı ile vermenin öneminden bahsediyor.
Michael Norton yaptığı bir araştırmasında, öğrencilerini iki gruba ayırıyor ve bir sabah yanlarına çağırıyor. Her iki gruptan da sabahki ruh hallerini bir kâğıda yazmalarını istiyor. Ardından her iki grubun üyelerine içinde yirmi beş dolar olan bir zarf veriyor. Birinci grup akşama kadar bu parayı kendileri için harcayacaklar. İkinci grup ise zarftaki parayı sadece başkaları için harcayacaklar. Günün sonunda da gelip ruh hallerini tekrardan yazacaklar. Sonuç, başkaları için harcama yapanlar akşamleyin kendilerini daha iyi hissettiklerini belirtiyorlar. Aynı deneyi zaman açısından yapıyorlar. Birinci grup vaktini sadece kendini mutlu edecek şeyler yaparak geçiriyor. İkinci grup ise vaktini sadece başkalarını memnun edecek şekilde geçiriyor. Akşam döndükleri zaman yine başkaları için bir şey yapmış olanlar daha iyi hissediyorlar.
Günümüz insanı anlamı, mutluluğu, iç huzuru sahip olduklarıyla sağlamaya çalışıyor. En son çıkan cep telefonu, lüks arabalar, marka kıyafetler, oturulan mekânlar ile bu dünyada bir yer edinmeye, var olmaya çalışıyorlar. Bunları elde etmek için çok çabalıyorlar, enerji sarf ediyorlar ve sahip oldukları anda sevinç yaşıyorlar. Ancak o sevinç birkaç gün sonra geride kalıyor. Daha üst seviyede olanını gözlerine kestiriyorlar ve enerjilerini ona harcamaya başlıyorlar. Kendilerine rahatlık sağlamayan bir kısır döngü içinde hayatı sürdürmeye devam ediyorlar. Bu kısır döngünün farkına varan ve bundan kurtulmak isteyen insanların meydana getirdikleri yeni yaşam akımları ortaya çıkıyor. Sade Yaşam, 100 Şey İle Yaşama Projesi, Minimalizm bunlardan bazıları. Bu akımın öncüleri “Sahip olduklarından kurtul” ve “Sadeliğe dön” ilkeleri ile bir yaşam sürdürmeye, anlam katmaya çalışıyorlar.
Bugünden itibaren bizler de hayatta daha verici olabiliriz. Çeşitli hediyeler alıp çevremizdekilere dağıtabilir, arabamıza, çantamıza çikolata, şekerler koyup çocuklara verebilir, bilgilerimizi, ders notlarımızı arkadaşlarımızla paylaşabilir, elbiselerimizden ihtiyaç sahibi olanlara verebilir, sevgimizi gösterebilir, selam verebilir, tebessümü artırabilir, derneklerde görev alıp insanlara yardımcı olabiliriz.
Tekrardan Halil Cibran’a kulak verelim: “Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi? Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir. Öyleyse şimdiden vermeye başlayın ve vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yaşayın.”
Ahmet Kaya
NUN Okulları Psikolojik Danışman